5 Ağustos 2015 Çarşamba

Saatleri Ayarlama Enstitüsü


Son yıllarda nedeni bilinmez şekilde çok popüler olup kitapseverlerin elinden düşmeyen iki Türk edebiyatına ait eser var: Biri Kürk Mantolu Madonna diğer de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kaleminden Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

Romanın adı aslında biraz yanlış yönlendiriyor; bu roman enstitü ve enstitünün çalışanları hakkında değil, romanın baş kahramanı Hayri İrdal hakkında. Roman İrdal'ın çocukluğundan başlayarak onu kendisi yapan ve SAE'nin (romanda da bu şekilde kısaltılıyor) iki numaralı adamı konumuna getiren insanları, ortamı ve olayları anlatıyor.

İrdal fakir ve hurafelerle dolu, geleneksel bir ortamda çocukluğunu geçiriyor. Babası silik ve pasif biri. İrdal'ın örnek alabileceği, ona yol gösterecek pek kimse yok etrafında. İrdal'ın okula ilgisi yok. Eğitim alabileceği tek kişi yanında çok kısa süre kalabildiği saat ustası. O şansı da ıslakaladıktan sonra bir de çok sevdiği ilk eşi ölünce İrdal bir boşluk ve sallantı içinde geçiriyor hayatını. Hep kendisini kurtaracak bir el bekliyor, tahlihsizlik ve kısmetsizliğine yanıyor, zamanını orada burada öldürüyor… Karşısına Halit Ayarcı çıkıyor ve İrdal'ın saat ve zamanla ilgili söylediği birkaç sözden feyz alarak yeni projesi olan SAE'ye yelken açıyor. SAE ne, ne işe yarıyor, neden diye sormayın. Tek bilmeniz gereken çok mühim ve lüzumlu bir müessese olduğu. 

Bu romanın Türkiye'nin batılılaşma serüvenini taşladığı hakkında çok yazı okudum. İrdal şeyhlerin, hurefelerin, bilgisizliğin dolu olduğu bir ortamda büyüse de, SAE'nin modernliğinden, ilerlemeden, atılımdan bahsedilse de ben romanın ''modernleşme'' eleştirisi olduğunu düşünmüyorum. Bence bu roman moderncilik olsun gelenekselcilik olsun değişmeyen bir kafa yapısını tiye alıyor. Bu kafa şekilci, gösterişçi, iki yüzlü, çıkarcı, kolaycı bir kafa. Çünkü hazır lopçuluğu, tembelliği ve iki yüzlülüğü İrdal'ın SAE öncesi geleneksel diyeceğimiz hayatındaki pek çok karakter de görüyoruz. Hatta SEA gibi müthiş bir boş beleşliğin Batı başta olmak üzere tüm dünyada popülerleşmesi de bizim batılılaşmamızın sakatlığından ziyade bu durumun insanlığın sorunu olduğunu gösteriyor.



SAE'nin en güzel tarafı [spoiler] ne SAE binasının saçma sapan şekilde bu konuda en ufal liyakata sahip İrdal tarafından tasarlanmasını destekleyen SAE çalışanlarının söz konusu kendi kooperatifleri olunca isyan etmesi ne de İrdal'ın ikinci eşi Pakize'nin verdiği röportajda çelimsiz ve okumamış İrdal'ı ata binip müzaik aleti çalan ve şiirden hoşlanan bir salon erkeği olarak tarif etmesi [spoiler], en güzeli Tanpınar'ın üslubu. Kara mizahın en koyusunun tatlı-acı tadı damağınızda kalarak okuyorsunuz. Bazen öyle bir şey söylüyor ki (mesela memleketten hiç gitmeyen hürriyetin habire yeniden gelmesi!) hem fikrin, hem söyleyişteki inceliğin, gücün ve kıvraklığın karşısında selam duruyorsunuz. İçi tıka basa dolu olan bu söyleyişi okuyup geçmek mümkün değil, düşünmeniz, aklınızı vermeniz, dikkat etmeniz gerekiyor. Bu yüzden okuyucuyu da koşturan, pek de kolay okunmayan bir kitap. Yalnız hangi iyi kitap emek istemiyor ki? Emek verilmiş bir yazıyı okumak da emek ister bence.

Romanın bence tek aksayan tarafı, temposu. İlk 80-90 sayfa yavaş ilerliyor ve yukarıda bahsettiğim emek isteyen anlatımla birleşince yıldırıcı olabiliyor. Sıkın dişinizi. Ayrıca bu roman için Tanpınar'ın diğer romanlarının (özellikle Huzur) yanında abartılmış (over-rated) diyenler de var. Ben Tanpınar'ın diğer romanlarını okumadım ama hemen herkesin en sevdiği romanın SAE olmasını da abartılı buluyorum. Özellikle çalışma hayatına atılıp bazı şeyleri görmeden insanın kendinden bir şeyler bulacağı, ''gerçekten de yaa!'' diyeceği bir roman değil. Bu konuda bir edebiyat profesörünün bütün çocuklar sosyal medyada en sevdiğimiz kitap SAE diyorlarmış, tabi öyle derler başka kitap okumamışlar ki onu da biz zorla derste okuttu başka şeyler okusalar onu da severler mealinde bir açıklamasını duymuştum. Hocaya hak veriyorum. Gerçekten sıkı roman ama biraz sakin olalım :)

Ben Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün okuyucu açısından gidişini bir trene benzetiyorum. Çok ağır hareketlerle başlıyor, bir süre çıkardığı sesin ve deviniminin hakkını veremeyen bir hızla gidiyor sonra rayına oturup güçlü şekilde ilerliyor. Son durağa geldiğinizde güzel bir yolculuk geçirmiş olarak, halinizden memnun ama yolculuktan yorulmuş şekilde trenden iniyorsunuz. Tavsiye ediyorum.