28 Nisan 2015 Salı

Kıyıya Vuran Deniz Kabukları


Kıyıya Vuran Deniz Kabukları romanın kapağıyla size huzurlu, hafif, denizli ve sakin bir his veriyor. Kitapla ne kadar ters, ne kadar uyumsuz. Bu roman bir aile ve onun başına gelen feci bir olayı anlatıyor. Denize tepeden bakan kocaman bir ev, genç bir çift, sevimli kızları… Ailenin annesi bu eve yerleşmek, kasabaya taşınıp Londra'daki hareketli hayatından kopmak hiç istemiyor ama ailenin huzuru için kabulleniyor ya da en azından kabullenmeye çalışıyor. Aileye yeni bir üyenin katılmasıyla işler yolunda gider gibi görünürken kokunç bir olay oluyor. Bu olayda ailedeki herkes biraz suçlu, biraz sorumlu. O dakikaya kadar saklana sırlar, içe atılanlar, biriktirilip söylenemeyenler bu olayla aileyi parçalıyor. Ailenin en küçük kızı büyüyüp de bir bebek beklediğini öğrenince geçmişle de yüzleşmeye başlıyor. Roman da bu olayı ve yüzleşmeyi anlatıyor.

Romanın sevgi pıtırcıklarının basit sorunları dayanışma ve sevgiyle aşma hikayesi olmaması beni ümitlendirdi. Yalnız roman çok yavaş ilerliyor. Olaylar geriye dönüşlerle anlatıldığı için de biraz böyle ama ilk 100 sayfayı okuduğunuzda hala ana mesele hakkında bir şey öğrenmemiş oluyorsunuz. Başkahramanımız Dora biriyle buluşmaya gidiyor, geri dönüşlerle buluşma sahnesine ancak 100 sayfa sonra gelebiliyoruz. Hannah Richell'in anlatımı akıcı ve sade o yüzden sayfalarca okumak kolay. Sorun 600 sayfa okumak değil. Hikaye sayfalara yayıldıkça seyreliyor. Tek bir olay ve ona bağlı birkaç ufak sürprizden ibaret romanın her detayı o kadar uzun tutulmuş ki hiçbir şeyin heyecanı kalmıyor. Zaten hiçbir şey tahmin edilemez değil. Böyle uzayınca vuruculuğu da kayboluyor.

Romanla ilgili içime sinmeyen diğer konu da romanın sonu. [spoiler]Dora öyle saçma şekilde büyük bir bedel ödemiş ki bence kimse iki göz yaşına, bir buluşmaya her şeyi sindiremez. Başta dediğim gibi  bu romanın pembe romanlardan olmaması hoşuma gitmişti ama bu da mutlu sonla bitti. Bu kadar drama kestikten sonra mutlu son nereden çıktı? Böyle bir zorunluluk mu var? [spoiler]

Her şeye rağmen insana ben olsam ne yapardım, kim suçlu, nasıl olsa farklı olurdu diye düşünüyor. Birkaç karakter güzel kurulmuş, ruhsal değişimleri izlemek zevk veriyor.

Romanın orjinal dili İngilizce. Çevirisi okuma zevkini kaçıracak kadar kötü değil fakat buram buram çeviri kokuyor. Hatta bazı yerlerde orjinal metni görmeden bile hatalı çeviri yapıldığını görüyorsunuz. Mesela to sand (zımparalamak) fiili düşünülmeden yerleri kumlamak diye, cenazeden bahsedilirken service kelimesi tören yerine servis diye çevrilmiş. Buna benzer başka örnekler de var. 

Özet geçiyorum; 600 değilde 300 sayfa olsa ve sonu farklı olsa beni etkileyen, karakterleriyle akılda kalan bir roman olabilirdi. Direkten döndü.



Not: Bu kitap Kitap Notları'nda yer alması için Orkinos Yayınları tarafından gönderildi. Yorumlarımın objektif olmasına özen gösterdim. Hem gönderi hem de anlayışları için teşekkür ederim.

19 Nisan 2015 Pazar

Masumiyet Müzesi: Roman ve Müze

Roman

Masumiyet Müzesi Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldıktan kısa süre sonra çıkmıştı. Her yerde Pamuk ve onun kitapları konuşuluyordu. Hiç Pamuk kitabı okumamıştım. İşsizdim. Kitapçıları gezerken gözüme takıldı, alıverdim. Bütün bunlar çok zaman önceydi.

Masumiyet Müzesi geçmiş zaman İstanbul'unu, onun orta ve üst sınıf insanlarını ve zengin oğlanla orta sınıf kısın garip aşkını anlatıyordu. Her şey güzel başladı ama kısa sürede sanki bal havuzunda yüzmeye başladım. Çiftimizin yasak aşkı çok kısa sürmüş, Kemal Basmacı'nın uzak akraba kızı Füsun Masume Keskin'e hissettiği biraz karanlık biraz naif tutku her tarafı kaplamıştı. Kemal Füsun'a ulaşamadıkça içine kapanıyor, büyük acı çekiyor, acısını Füsun ile ilgisi olan veya olabilecek her şeyi toplayarak dindirmeye çalışıyordu. Füsun'un içtiği sigaranın izmaritinden uzun süre elinde tuttuğu tuzluğa kadar her şey Kemal'in koleksiyonuna giriyordu. Pamuk bu sırada 50, 60 ve 70'lerin İstanbulu ve insanlarıyla sayfaları yıkıyordu. Yedikleri yemekteki minik bir detay o insanların batı ile doğu arasında kalmışlıklarını anlatıyor, dönemin bir adeti geçmişteki bir zorunluluğun bıraktığı alışkanlıktan besleniyor, eski insanların zamanlarını birbirine bağlıyordu.

Her dilde Masumiyet Müzesi. Türkçesi okunmaktan parçalanmıştı.

Bir süre sonra romanın ilerlemediğini, Kemal'in tutkusu ve nostalji içinde saplanıp kaldığımı hissetmeye başladım. Pamuk'un anlatımı benim için su gibi akıp giden türden değildi. Mesela Sebahattin Ali hiçbir şey anlatmasa bir ceketi, bir bulutu anlatsa, havadan sudan bahsetse nefes almadan okurum. Ama Pamuk'tan o tadı da alamıyordum. Kemal ve Füsun'la ilişksi benim anlayamadığım hadi hastalıklı demeyeyim ama çok çok sürdürülemez ve gario bir hal almıştı gözümde. Hiç adetim olmadığı halde romanın bazı sayfalarını atladım. Birkaç sayfa da değil. Bazen 3 bazen 5 sayfa atlıyordum ama hiçbir değişiklik olmuyordu. Kaç bölüm kaçırırsanız kaçırın kaldığınız yerden devam edebildiğiniz bir pembe dizi gibi…

Sıkıntımın nedenini son bölümlere doğru anladım. Pamuk sanki bir roman değil de katalog yazmıştı. Benim pek ehemmiyet vermediğim çatallar, rujlar, peçeteler, biletler, dondurma külahları sayfalarca anlatılıyordu. Bunlar Kemal'in tutku ve saplantısının nişaneleriydi belki. Belki de aynı şeylerin farklı eşyalar vesilesiyle kırk kere anlatılması durumu anlatmaya, romanda anlam ile şekli birleştirmeye, okuyucuya o ruh halini yaşatmaya yarıyordu. Yalnız bendeki etkisi dikkatimin dağılması, sıkılmam, daralmam oldu. Şiddetli şekilde Pamuk'un romanı tüm bu eşyaları tek tek anlatmak için yazdığını, lafı her bir parçaya yer vermek için gereksiz uzattığını hissediyordum. Bu romanın müzesi kurulmayacaktı; müzenin romanı yazılmıştı. Romanı beğenmedim.

Müze

Masumiyet Müzesi
Hislerimde haksız da çıkmadım. Meğer Pamuk romandan çok önceden beri eski zamanların eşyalarını topluyormuş, gerçekten de romanı yazarken aklında müze fikri de varmış, hatta aynı anda onun için de çalışıyormuş. Açıldıktan yıllar sonra bir fırsat yakalayıp Masumiyet Müzesi'ne gittim.

Müze Taksim Meydanı'na 800 metre uzaklıkta, 10 dakikada varıyorsunuz. Bu eski bina romanın esas kadını Füsun ve ailesinin yaşadığı evmiş, Kemal de ömrünün son yıllarını burada geçirmiş. Giriş bileti 15 lira. Eğer romanı satın aldıysanız son sayfasındaki davetiyeyi damgalatarak da müzeyi ücret ödemeden gezebilirsiniz. 5 liraya da sesli rehber hizmeti var. Ben aldım ve size de şiddetle tavsiye ederim. Seslendirmeyi Orhan Pamuk yapmış. Hem romandan ilgili bölümleri okuyor, hem açıklamalar yapıyor. Ona müzikler, efektler eşlik ediyor.

İkinci kat.
Müze mini estalasyonlardan oluşuyor. Camekanlarda romanda geçen bir an, bir olay, bir duygu veya bir kişi hakkında eski eşyalarla oluşturulmuş sahneler sergileniyor. Kimisi Pamuk'u tatmin etmediği veya tamamlanmadığı için açılmamış, kırmızı kadife perdelerin arkasında saklanıyor. Sayısı fazla değil. Bazı kutularda videolar ve ışıklar da eşyalara eşlik ediyor. Romanı okumadıysanız bile sahneler sizde bir duygu uyandıracağı için zevkle gezebilirsiniz diye düşünüyorum. Hele de müzedeki eşyaların hatırlayacak yaşınız varsa veya eskiye meraklıysanız nostaljiyle dolu dakikalar geçirebilirsiniz. Tüm kutuların açıklamalarını dinlemenize gerek yok, sadece ilginizi çekenleri dinleyebilirsiniz. Benim atladıklarım oldu ancak her bir kutuyu inceledim. Tüm rehberi dinleyerek müzeyi gezmenin 1 buçuk saat süreceğini düşünüyorum.

''Hayatımın en mutlu günüymüş, bilmiyordum.''
Masumiyet Müzesi'nin müzesini kesinlikle romanından daha çok beğendim. Romanı ne kadar sıkıcı hatta biraz sıradan bulduysam müze o kadar sıradışıydı. Az müze gezmedim ama hiç böylesini görmemiştim. Müze zaman teması üzerine kurulmuş. Zamanın anların toplamından oluşup oluşmadığını düşünürken giriş katının zeminindeki sipiral deseninden başlayarak her şey size bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Her kattan görünen duvardaki koca saat, saati yanına yansıyan eski video görüntüleri, sessizlik, camekanlarda dondurulup muhafazaya alınmış anlar, onları arka arkaya incelerken akıp giden sizin zamanınız… Elbette müzeyi bir kara sevdanın öyküsü veya eski zamanların İstanbulunun müzesi olarak da gezebilirsiniz, bu da müzenin başka bir güzelliği.

Şu katta bu vardı, bu kutuda şunu çok beğendim diye anlatmayacağım. bir arkadaşıma anlatmaya çalıştım da çok manasız oluyor. Dedim ya sıradışı bir yer. En iyisi siz gidip görün. Müze hakkında detaylara http://tr.masumiyetmuzesi.org adresinden ulaşabilirsiniz.