12 Ocak 2015 Pazartesi

LGBTİ Edebiyatta

Edebiyatımızda az gördüğümüz şeyler var; mesela İstanbul dışındaki şehirler, distopik öğeler, eşcinseller, travestiler... Ayşe Kulin'in yazdığı bir seri roman ile LGBTİ kendine popüler edebiyatta yer bulmuş olsa da böyle şeyler sık olmuyor. Durum bu olunca yakın zamanda kahramanı LGBTİ bireyler olan iki roman okumam yetmiyormuş gibi ikisinin de cinai romanlar olması ilginç bir tesadüf oldu. Ben de yazayım dedim.

Çocuklar ve Canavarları - Ahmet Tulgar


Çocuklar ve Canavarları bir mafya babasını vahşice öldüren yazar Sarp Kaya'nın teslim olmasıya başlıyor. Onu sorgulayan isimsiz komiser kısa sürede cinayeti çözmekten çok Sarp Kaya'nın kendisiyle, onun anlattıklarıyla ve kendisiyle ilgilenmeye başlıyor. Roman boyunca hem Sarp Kaya'nın hem de komiserin hikayesini okuyoruz. Bu roman hakkında Mor Kitaplık'ta bir yazı yazmıştım, dilerseniz detayları oradan okuyun. Ben şimdi kitaptaki eşcinsel unsurdan bahsetmek istiyorum.

Eşcinsellik romanın tam orta yerinde değil ama roman için önemli. Aile, sevgi, anne-baba gibi kavramları sorgulayan bir roman bu. En yoğun eleştirisini de topluma yöneltiyor. Onun kısır değerlerinden, yok eden baskısından, ailelerin yarattığı travmalardan bahsederken eşcinselliğe yer vermek kaçınılmazdı herhalde. Onlara yaşatılanlar çok şeyi tetikliyor romanda.

Yazının başında eşcinsellere ve diğer cinsel kimliklere edebiyatta ne kadar az yer verildiğini söylemiştim. Bu romanı okurken bu durum yüzünden gafil avlandım ve kendimden utandım. Sarp Kaya'nın sevgilisi olacak erkeğe markette rastladığı sahneleri okurken başta kesinlikle anlamadım. Şort, terlik dedikçe aklımda mini şortlu ve parmak arası terlikli bir kadın canlandırdım ama başka detaylar hiç o kadına uymadı. Diğer insanın da bir erkek olduğunu anlayınca yazar o mumları başkası için alıyor, hazırlığı bu sahnede olmayan bir kadın için yapıyor diye kendimi ikna ettim. Heteroseksüellikle şartlanmış beynim bir erkeğin başka bir erkeği beğenebileceğini almadı!

Romanın sevdiğim bir özelliği eşcinselliğin kendine diğer her şey gibi doğal ve sıradan yer bulması oldu. Ne kınan, ne küçük görülen, ne de acınan bir şeydi. Büyük olay hiç değildi.

Huzur Cinayetleri - Mehmet Murat Somer


Bir travesti; başarılı, güzel, güçlü… Bir televizyon programına çıkıyor ve programı izleyen biri ona kafayı takıyor. Onun gibi etrafa huzursuzluk veren pisliklerin huzurunu bozarak ders vermeye niyetli. Ya kahramanımız bu katili bulacak ya da tek tek etrafındakiler canından olacak.

Bu korkunç hikayesine rağmen roman esprili, hafif, rahat bir atmosfere sahip. Çok fazla zorlukla mücadele edip çok acı çeken insanlarda dirençten gelen bir neşe vardır ya, sanki bu roman da öyle. Hayati tehlikeyle yaşayan, basit şeyler için herkesten çok mücadele etmesi gereken LGBTİ insanların neşesine benzer bir şey sanki.

Somer'in LGBTİ dünyasının neresini ne doğrulukta aktardığını bilemiyorum. Romanda klişeleri besleyecek şeyler var; travestilerin ''ayol, nonoşum'' gibi kelimelerle konuşması gibi. Ancak açık bir zihnin bu romanı okuduktan sonra travestileri ve diğer kimlikleri ''daha normal'' görebileceğini düşünüyorum. Çünkü romandaki travestiler ve transeksüeller sapık değil, saldırgan değil, hatta gündüz vakti sokakta simli makyaj ve fosforlu mini etekle dolan insanlar bile değil. Aksine neşeli tipler, aralarında iyiler de var kötüler de. Hepsi bir hayatta kalma mücadelesi içinde. Onlarla dostluk eden, çalışan, onlara güvenen kısaca kalıcı ve normal ilişkiler kuran ''normal'' insanlar da var.

Bu roman hakkında detaylı atıp tutmadım ama özetle eğlenceli bir kitap. Size kurguda yaratıcılık veya dil kullanımında yetkinlik sunmaz belki ama hoş zaman geçirtir.


LGBTİ temasının geçtiği diğer bazı romanlar için şu listeye bakabilirsiniz. Listede Selim İleri'nin Her Gece Bodrum'unu gördüğüme şaşırdım çünkü bu romanı okudum hatta burada hakkında atıp tuttum ama bu yönünü hiç fark etmemişim. Listedeki İki Genç Kızın Romanı (Perihan Mağden) ve Üç Aynalı Kırk Oda (Murathan Mungan) da kitaplığımda okunmayı bekleyenlerdendi. Artık okudukça onlar hakkında bilahare yazarım.

4 Ocak 2015 Pazar

Sevmenin Zamanı



Sevmenin Zamanı 40'ların İstanbul'unda tıp öğrencisi olan Frida ve İsmail'in aşkını ve II. Dünya Savaşı sırasında başa gelenleri anlatan bir roman. Hikayemiz iki gencin tanışmasıyla başlıyor, ilişkileri gelişip çeşitli zorluklara katlanırken biz fonda Yahudi düşmanlığı, yokluk, savaş ve gerilim dolu bir siyasi ortamı izliyoruz.


Liz Behmoaras kahramanlarının dilinden kıyafetlerine, gazete manşetlerinden günlük hayatına, şehrin sokaklarından yiyeceklere kadar birçok detayla 70 yıl öncesini canlandırıyor. Yazar tüm dünyada faşizmin güçlendiği bir dönemde Türkiye'nin bağışık olmadığını, Yahudiler başta olmak üzere gayrimüslimlerin neler yaşadığını en duymak istemeyenlerin bile dinleyebileceği yumuşaklıkla hatta biraz da aşkın gölgesinde bırakarak anlatıyor. Çoğu manipülatif olsa da tarih kitabı çok ancak yakın tarihe ait romanlar pek az. Sevmenin Zamanı'nın o az sayıdaki dönem romanlarının güzel bir örneği olduğunu düşünüyorum. Behmoaras'ın hem dönemin İstanbul'u, siyaseti ve toplumu hakkında hem de tıp ve eğitimi hakkında çok araştırma yaptığı da belli. Çok danışmış, çok öğrenmiş, takdir ettim. 


Diğer taraftan roman adıyla kahramanlarıyla buram buram bir aşk romanı gibi de kokuyor. Keşke böyle olmasaydı. Keşke roman Frida ile İsmail'in tutuk aşkı yerine Şulman ailesinin başından geçenleri anlatan bir tarihi roman olsaydı. Zira ben Frida ile İsmail'in aşkını ne anladım ne de o aşka inandım. Bu iki genç birbirinden ne buldu? Tabi ki "nedensiz de sevilir" diyebilirsiniz ama bir okuyucu olarak da beni böyle bir aşkın olduğuna inandırmanız gerekir. Çünkü çiftimiz arasında tutku yok, buluşunca siyasetten, kariyer planlarından bahseden iki genç var. Hele İsmail'in soğuk, kaba, bencil halleri yok mu? Böyle mi olur aşık adam? Galiba beni İsmail soğuttu bu aşktan. Yazar ne kadar İsmail'i şefkatli, idealist, güzenilir gibi gösterse de ben hiç öyle düşünmedim. Frida'nın kimliği yüzünden çektiği sıkıntıları önemsemeden söylediği densiz şeyler, hep kendini önde tutarak planlar yapması… Hepsini geçtim ne kadar idealist ve mükemmeliyetçi olursa olsun mesai arkadaşına kızınca kaltak diye bağırmasını sevemem. Yazarın aptal aşık gibi bunları sevimli gösterme çabası da üstüne tüy dikti.

Kitapla ilgili ikinci eleştirim de tıp eğitimi ve pratiği hakkında verilen detayın bolluğu. İki kahraman da tıp öğrencisi olunca dersler, hocalar, hastalıklar, hastaneler gibi şeyler hakkında bilgi verilmesi normal. Yalnız bu detaylar sayfalar tutup romanın ana konusundan sapıp bir nevi ders notuna döşünce işin tadı kaçıyor. Gerçekten anatomi dersindeki bir kesi işleminin nasıl ve ne için yapıldığını, kahramanımızın günlük hayatını anlatmak için konu edinilmiş bir muayenede şüphelenilen hastalığın belirtilerini ve tedavi seçeneklerini ve buna benzer bir sürü şeyi bilmemize gerek var mıydı? Yazarın bu tercihini  konuyu özümseyememiş ama ezberlemiş çalışkan bir öğrenci gibi sınavda sayfalarca yazmasına benzettim. Kimisi bu detayları sevebilir ama benim okuma tempomu düşüren bir unsurdu.

[spoiler] Bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim; romanın sonuna doğru gelişen kürtaj olayının kurgudaki rolü veya kurguya katkısı neydi? O bölümü çıkarsak hiçbir şey değişmezdi gibi geliyor bana. [spoiler]

Yine sevdiğim taraflarını az, beğenmediğim taraflarını çok anlattım. Siz bana bakmayın, aşk romanı değil de dönem romanı olarak gayet güzel bir eser.