31 Ağustos 2014 Pazar

Hangisini Seçerdiniz? (Mim)

Kitaplarım ve Ben bir mim yazısı yazmış. Kavrama yabancı olanlar için özet: Bir grup soruyu cevaplayıp aynı soruların başka hangi bloglar tarafından cevaplanmasını istiyorsanız onları 'mimlediğiniz' bir blog eğlencesi. İşte o mimlenenlerden biri de benim. Teşekkür ederim. Mim yazılarını pek okumasam da, mim yazısı yazmasam da bu sefer soruları beğendim, neden olmasın dedim.

Hamburg'daki Wunderland isimli devasa maket aleminden
 hayallerimizin dünyası isimli çalışmadan bir detay

Bu mimde iki durumdan birini seçmemiz isteniyor. Seçtiğimiz bundan sonra tek yol oluyor, diğerine tamamen veda ediyormuşuz. Ciddi kararlar yani. İşte cevaplar ve açıklamalar:

1- Çok kitaptan oluşan seriler mi ya da tek kitaplar mı?
Önce hiç seri okudun mu diye sormanız lazım. Gönül rahatlığıyla tek kitaplar diyorum. Bu seçimimle Asimov'un Vakıf serisine elveda demiş olmak üzücü ama ne yapalım.

2- Sadece kadın yazarları mı yoksa erkek yazarları mı okumak? 
Ben ki en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu diye iki kategori olmasını bile anlamıyorum, yazarları cinsiyetlerine göre ayırmak aklımın almayacağı bir şey. Beni çok zorlarsanız her şeyi bırakır Ursula Le Guin'i seçer cinsiyetsiz bir dünyaya yelken açarım.

3- Kitapçıya gidip kitap almak mı, internet üzerinden kitap almak mı?
Kitapçı gezmenin tadı başka ama bir kitabın etiket fiyatının %50'sinin perakendecinin (kitapçı) karı olduğunu düşünürsek bence internet. Ucuz, zahmetsiz, çeşit bol…

4- Film olan kitapları mı dizi olan kitapları mı okumak? 
Bir kitabın film veya dizi uyarlaması olması benim için bir kriter değil. Bu yüzden (c) hiçbiri veya hepsi.

5- Günde 5 sayfa okumak mı yoksa haftada 5 kitap mı? 
Önce bu sorunun çok kolay olduğunu düşündüm. Hangi kitap sever haftada 5 kitap okuyup raflarında bekleyen o kitapları eritmeyi, listelerini tamamlamayı istemez ki. Yalnız haftada 5 kitap okumak için herhalde o hafta başka hiçbir şey yapmamak gerek. Haftada 5 kitap okursam ne zaman işe gideceğim, uyuyacağım, ailemle görüşeceğim, film izleyeceğim, Kitap Notları için yazı hazırlayacağım, ne zaman temizlik yapıp en zaman alışverişe gideceğim ve hatta yemek yiyeceğim? Sanırım en iyisi günde 5 sayfa ve normal bir hayat. Çok mu gerçekçi oldu?

6- Profesyonel bir yazar olmak ya da profesyonel bir yorumcu olmak?  
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, ben çok istesem de kurgu yazarı olamam. Öyle bir yaratıcılığım olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden yorumculuğa daha yakınım. Zaten Kitap Notları'nda da bunu yapmıyor muyum? Esas isteğim ise çeviri yapmak. Çeviri işini profesyonel olarak kıvırabileceğimi düşünüyorum. Özellikle de siyaset, uluslararası ilişkiler ve iktisat konulu kitaplara talibim.

7- En sevdiğiniz 20 kitabı tekrar tekrar okumak mı yoksa her gün daha önce okumadığınız yeni bir kitabı okumak mı? 
20 kitap kime yeter? Bu ancak bir kabu senaryosu olabilir. Bugüne kadar bir okuduğum kitabı ikinci kez okumadım, okumamayı da tercih ederim.

8- Kütüphanede çalışmak mı kitap satıcısı olmak mı?
Kütüphane ama dağılan kitapları yerine koymak ve katalog tutmak dışında işlerin olduğu bir kütüphane hayal ediyorum. Söyleşilerin, imza günlerinin olduğu, yeni çıkan kitapları takip eden ve dönemlere veya temalara özel stantların yapıldığı canlı bir kütüphane hayal ediyorum. En çok üye kazandıran üyeye hediyeler, özel günlerde çekilişler, ikinci el kitap satış günleri, bağış etkinlikleri… Projelerimle geliyorum! Oylar BA'ya!

9- En sevdiğiniz türde kitaplar okumak mı yoksa en sevdiğiniz tür hariç diğer tüm türlerden kitaplar okumak mı?
Distopyalar olmasa nasıl yaşanır, anlaşılır bilmiyorum. Sadece onlarla da olmaz, insan bunalıma girip paralel evrenler hayal etmeye başlar. Bir hafta izin verin 3-4 distopya daha okuyayım sonra ağlaya ağlaya vedalaşayım.

10- Sadece fiziksel kitap kopyalarını okumak mı yoksa sadece e-kitap okumak mı?
Kağıt kitaplara romantik bir bağlılık duymuyorum. Yarın kağıt kitaplar yok olsa şaşırıp biraz hüzünlenirim sonra da en iyi e-okuyucu hangisi diye araştırmaya başlarım. E-kitaplar ise hiç hayatımda olmadığı için yok olmalarını fark etmem bile. Önemli olan kitapların zihin açması, yazarların herhangi bir baskıya boyun eğmemesi ve özgün olması, okuyucunun emek vermesi, emeğe saygı duyması.

Ne çok konuştum… Biraz da genç yetenekler Okuma Bahçesi, Rafına Sığmayanlar ve Kitaptan Kaleler konuşsun.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Marilyn, Sahaf Mendel, Ankara İstasyonu...

Mor Kitaplık'ta atıp tuttuklarımı görmediyseniz işte burada:

Selma Fındıklı

Ankara'da geçen, hem Ankara'yı hem de yeni bir devletin kuruluşunu, tarihini anlatan sekiz hikayeden oluşan bir kitap. Renkli karakterler ve canlı bir anlatım… >>>



Stefan Zweig

Zweig'ın iki değil üç öyküsünü içeren minik ama tadı büyük bir kitap. Baskısı çok özenli ve okuma keyfine keyif katıyor. Elbette esas keyif Zweig'ın ustalığı, anlatımdaki detaylar, psikolojik betimlemeler.  En çok hangi hikayeyi sevdim onu bile seçemiyorum. >>>

Nazlı Eray

Çok ilginç bir hikaye; dünyanın en güçlü adamıyla evlilik dışı ilişkisi olan bir süperstar bir gece şüpheli şekilde ölüyor Marilyn Monroe'nun bu satıra sığmayacak hikayesi Eray'ı da çok etkilemiş, onu okuyup araştırmaya itmiş ve en sonunda kendi üslubu ve tekniğiyle Marilyn'i Meryem adında Ankara'nın İvedik Caddesi'nde bir evde karşımıza çıkaran bir roman yazdırmış. Roman nasıl mı olmuş? Onu da yazıda bulacaksınız. >>>


Daha önce yayınlanmış yazılara ulaşmak isterseniz o da düşünüldü:

10 Ağustos 2014 Pazar

Renkli Masallar


Şu sıcak, veya manasızca soğuk, yaz günlerinde tatile gidemediyseniz, en azından rutininizi kırıp kendinizi tazeleyemediyseniz gezi kitaplarını deneyin. Ben öyle yapıyorum ve iyi bir gezi kitabının bir roman veya hikaye kadar sürükleyici olduğunu düşünüyorum. Ayhan Sicimoğlu'nun Renkli Masallar adlı gezi/anı kitabını da bu günler için saklamıştım ve sonunda okuyup bitirdim.

Sicimoğlu bir müzisyen, latin müzikleri ve vurmalı çalgılar onun uzmanlık alanı. Birçok insan onu Renkler adlı gezi programından tanıyor. Renkli Masallar ise Sicimoğlu'nun sadece gezi ve anı yazılarından oluşmuyor, içinde denemeler ve kısa öyküler de var. Yani aslında Sicimoğlu'nun kaleminden çıkanların bir derlemesi.

Kitapla ilgili ilk söyleyebileceğim şey müthiş bir malzeme barındırdığı. Hindistan'dan Küba'ya İtalya'dan Fas'a birçok kültür ve ülkeden bahsediliyor. Üstelik Sicimoğlu kitabi bilgilerle gözlemlerini, anılarını harmanlayarak anlatılıyor. Gezip gördüğü yerlere bir turist gözüyle baksa da yerlilerin arasına karışmak, Roma'da Romalılar gibi yapmak Sicimoğlu'nun zevklerinden biri.

Bir gezi kitabında olmazsa olmazlar renkli fotoğraflar. Bu kitapta da bol bol fotoğraf var. Fotoğrafların renkli olması, kitabın arkasında veya ortasında bir bölümde sıkışıp kalmak herine ilgili bölümlere dağıtılmış olması harika. Kitabın boyutu standarttan farklı, kareye yakın bu yüzden fotoğrafları keyifle inceleyebiliyorsunuz. Kısaca baskıya ve düzene tam puan veriyorum.



Maalesef kitapla ilgili söyleyeceğim olumlu şeyler bitiyor. Kitaba konu malzemeye ve baskıyı beğensem de kitaptaki yazarlığın aynı ölçüde güçlü olduğunu düşünmüyorum. Bir kere Sicimoğlu programındakine benzer şekilde konudan konuya atlıyor. Yazmak insanın dikkatini toplayan bir şey olduğu için en azından cümleler yarım kalmıyor. Yine de yazar bir tema etrafında söylemek yerine bir konudan diğerine geçiyor. Daireler çizmek yerine kestiremediğiniz bir yöne doğru lineer şekilde ilerliyor. Anlatabildim mi?

Beni bir okuyucu olarak daha çok sıkıntıya sokan ise kullanılan yabancı kelimeler oldu. Bazen yabancı bir kültürü anlatırken kelimeleri zorlama şekilde çevirmek yerine olduğu gibi kullanabilirsiniz, bunu anlıyor hatta destekliyorum ama zaten Türkçeye geçmiş jenerik bir kelimeyi nedensizce İngilizce yazarsanız karşı çıkarım. 'Tasarlamak' yerine 'design etmek' gerçekten çok iddialı. Sanki yazım hatası gibi. Bunun gibi de bir sürü örnek var. Bir de Türkçe kelimelerin yanına gereksiz yere İngilizcesini yazma hastalığı var. Yani 'araştırma (survey)' yazmanın okuyucuya vocabulary (!?) dışında ne faydası var? Okuma zevkini bozan bu kirliliği kimse fark etmedi mi gerçekten?

MFÖ'ye 'Sen neymişsin be abi' dedirtenin Sicimoğlu olduğunu biliyor muydunuz? Renkli Masallar'ı okuyunca neden böyle dendiğini anlıyorsunuz. Sicimoğlu'nun elini atıp da yapamadığı şey, girip de adapte olamadığı ortam yok. Karayip adalarında da, Fas'ta da yerlilerden daha yerli. Dalgıçlıktan davulculuğa radyoculuktan kültür elçiliğine kaptanlıktan televizyonculuğa el atmadığı ve başarmadığı iş yok. Aslında bu tip iddialı kişileri itici bulsam da Sicimoğlu'ndaki bir şeyin bunu engellediğini söylemeliyim. Belki hayat enerjisi belki de yaptıklarından zevk alması. Yalnız öykü denemeleri bence başarısız olmuş ve yazı işinde ortalamanın üstünde değil, bu konuda torpil geçemeyeceğim.

3 Ağustos 2014 Pazar

Solaris

Bilimkurgu diyince aklımıza hemen uzaylılar gelir. Bu uzaylıların genelde bizim gibi iki kolu iki bacağı vardır ve sözleri normalden biraz daha iridir. Bir adım ileri gidersek uzaylılar canavara benzer, iri böcekler gibi düşünebiliriz.

Bilimkurgu edebiyattan ne okumalıyım diye araştırdığınızda karşınıza çıkan ilk kitaplardan biri de Stanislaw Lem'in Solaris'idir. Solaris, Terran gezegeninden gelen insanlar tarafından uzun süredir incelenmekte olan bir gezegendir ve roman da Kelvin'in Solaris'i inceleyen ekibe destek vermek için bu gezegene doğru yaptığı uzay yolculuğu ile başlar. Romanın ilk sayfalarında her şey bir bilimkurgudan bekleyeceğiniz gibi devam eder ve siz uzaylıların uzay istasyonunun koridorlarını istila etmesini beklerken işin aslının farklı olduğunu anlarsınız. Uzay istasyonundakiler ya ölmüş ya çıldırmıştır ya da çıldırmamaya çalışmaktadır. Ortalıkta uzaylılar yoktur, düşmanlar, ani keşifler, tüm dünyanın gözlerini dikkatle diktiği çalışmalar, kahramanlıklar yoktur. Solaris'in neden önemli bir bilimkurgu kitabı olduğunu anlamaya başlarsınız.

Romanın İletişim Yayınları'ndan çıkan baskısında (resimdeki kitap) tam anlar gibi olurken içinde kaybolduğum bir önsözü var. Bu önsözde özetle romanın büyük felsefelere ve psikolojik kuramlara göndermelerde bulunduğu, bunlar hakkında akıl yürüttüğü söyleniyor. Bense bu romanın iki yönünden çok etkilendim. Birincisi yazarın hayal gücü ve yarattığı evren. Solaris plazmaya benzer bir okyanusla kaplı, bu plazma sürekli dalgalanıyor, çalkalanıyor. Bu dalgaların kasın kasılması gibi reaksiyon verdiği fark ediliyor ama neye reaksiyon veriyor, neden ve bu tepki ne işe yarıyor anlaşılamamış. Tüm gezegen tek bir canlı, koca bir tek hücreli gibi. Aynı zamanda canlı mı o da kesin değil. İşin ilginç yanı gezegeni izleyenler bilinçlerinin gerisinde tuttukları sırları, korkuları bir bir karşılarında görüyorlar. Bunlar halisünasyon değil, karşınızda duran eski sevgilinizi yıllar evvel öldüğü halde tekrar öldürebiliyorsunuz ama ertesi sabah her şey baştan başlıyor. Solaris'in gönderdiği bu canlı kabuslar araştırmacıların bir maddeden zehirlenmelerinin sonucu mu? Tamamen psikolojik bir bozukluk mu? Gezegenin bir iletişim kurma şekli mi yoksa savaş yöntemi mi?

Kitabın beni etkileyen ikinci yönü de bu oldu. Tüm bu belirsizlikler karşısında çaresiz kalıyorsunuz. Bir an bu dev plazmanın canlı olduğunu, kendisini araştıranların zihnine girerek onların korkularıyla dalga geçtiğini düşünüyor, sonra bu okyanusun bir bilinci olmadığına, kabuslarda payın okyanus kadar kabusu görenin olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Benim için bu romanın en anlamlı noktası da burada yatıyor: Bir gün bir uzaylı görsek kendi bilincimizle onu algılayabilecek miyiz? Onu anlayıp onunla iletişim kurabilecek miyiz? Kendi bilincimizi ve zihnimizi karşılatığımız varlıktan ayrı tutabilir miyiz? Onun hakkında nesnel bir şey söyleyebilir miyiz?


Zihin açıcı, yavaş yavaş okunup sindirilmesi gereken bir roman. Romanın yavaş okunmasını gerektiren bir başka neden de yaratılan evrenin garipliği. Çift güneşli dev bir plazmik gezegenin canlı ve bilinçli olup olmadığını düşünürken somut kabuslarla baş etmeye çalışmak hayal gücünü çok yoruyor. Bir kitabı çok beğensem de genelde kitaptan uyarlanan filmin peşine düşmem. Oysa bu romanı okur okumaz filmleri izlemek istedim, hem de hepsini. Çünkü benden başkalarının nasıl hayal ettiğini, ne anladığını öğrenmeye muhtaçtım. Ne kadar zorlarsam zorlayayım bazı şeyleri tam kavrayamamıştım. Başkalarının kavrayışlarını merak ediyordum. Yukarıda tanıtımını gördüğünüz Steven Soderbergh'in 2002 yapımı Solaris filmini izledim, size de tavsiye ederim.

Kitabın hiç kolay bir dili yok ve zor okunuyor. Bunun bir nedeni bu garip evreni yazarın ana dilinde anlattığı gibi çevirmenin zor olması olabilir. Ayrıca kitabın aslından çevirilindiğinden de emin değilim. İngilizce çevirilerden faydalanılmışa bu da akıcılığın bozulmasına neden olmuş olabilir. Okuduğuma göre Lem kitabın İngilizce çevirisinden hiç memnun kalmamış zamanında.

Özetle bilimkurgunun psikolojik ve felsefik tarafıyla tanışmak ve zihninize egzersiz yaptırmak isterseniz okumanız gereken kitap Solaris. Ben bu kitabı okuduğuma çok memnunum ve bana bir şeyler kattığını hissediyorum. Size de tavsiye ederim.