29 Mart 2014 Cumartesi

İrlanda'da Çocuk Olmak

İrlanda'nın meşhur olan şeylerinden biri, İrlandalıların hoşuna gitmese de, fakirliğidir. Osmanlı Devleti'nin İrlanda'ya gemiyle yardım gönderdiği hikayesinden, açlık sırasında patatesten başka bir şey yenemediğine kadar pek çok öykü anlatılır. Bu yazıda da ortak noktaları fakirlik, İrlanda ve çocukluk olan iki gerçek öyküden bahsedeceğim.

Angela's Ashes (Angela'nın Külleri) - Frank McCourt


Angela's Ashes (Angela'nın Külleri) şöyle başlıyor:

''When I look back on my childhood I wonder how I survived at all. It was, of course, a miserable childhood: the happy childhood is hardly worth your while. Worse than the ordinary miserable childhood is the miserable Irish childhood, and worse yet is the miserable Irish Catholic childhood.'' *

Gerçekten de Frankie'nin anılarında fakirlikten de öte yokluktan ve bu yokluğu süsleyen İrlandalılık ile dindarlıktan başka bir şey yok. Süt yerine suya katıp bebeğe vermek için şeker yok, Guiness var. Gece altına girilecek yorgan yok, vaftiz kıyafeti var. İki ay hastane yatağında kaldığı için yürüyemeyen çocuğu eve götürecek otobüs parası yok, iyileşsin diye her gün  dua eden sınıf arkadaşları var. Gece aydınlanmak için bırakın elektiriği, gaz lambasında gaz bile yok, kilisede günahlar affolunsun diye bir kuruşa mum yakmak var. Rutubetli, köhne evlerdeki aç insanları ısıtacak güneş yok, Shannon ırmağının öldüren nemi ve buruk İrlanda şarkıları var.

Anlatılanlar genel olarak "para var, imkan var, huzur var" değişini doğrularken satır aralarında anlıyorsunuz ki, para olmadan ahlak bile olmuyor, olamıyor. İngilizler ve İngiltere'nin İrlandalılar açısından ne demek olduğu, dinin fakirlerin tek avuntusu olduğu, ekonomik sınıfların başta kilise olmak üzere her kapıda ayrımcılık nedeni olduğu da kitaptan okunuyor.

Baş döndürücü bir olay kurgusu, sizi merakta bırakacak gizemler, hayran olunacak kahramanlar, nefret edilecek düşmanlar yok bu kitapta. Kitabı okunur kılan en önemli şey Frank McCourt'un anlatımı. İrlanda ağzını yazım diline de yansıtan yazar, diyaloglar için de paragraflar kullanmış. En önemlisi de bir çocuğun gözünden anlatabilmiş olanları.Yazarın kurgulayarak, boşlukları doldurarak anlatığı anılarına çocuğun kendine has kaygıları ve neşesi hakim. Yazarın ustaca anlatımıyla bu neşe ve kaygılar Frankie büyüdükçe yavaş yavaş değişiyor. Frankie koyu dindarlığın verdiği suçluluk duygusuyla, kalp kırıklığıyla, gelecek hayalleriyle tanışıyor.

Bu derece bir fakirlik bana Knut Hamsun'un Açlık kitabını hatırlattı. Sol Ayağım'da anlatılanlarla birbirini tamamladığını da düşünüyorum. 

Soldan sağa: Frank, kardeşleri Alphie, Michael, Malachy
Kaynak: http://www.independent.ie
Paris'teki Shakespeare & Co.'nun önündeki sepetten 2 avroya almıştım. O günden sonra bir-iki ay rafta bekledi ama bir o kadar zamanı da elimde oradan oraya sürünerek geçirdi. Benimle dört şehir dolaşan kitabın anlatımı onu okumaya devam etmemi sağlayan tek şey oldu. Kitap okurken sıkmıyordu ama kapağını kapattığım anda da yeniden elime almak için hiçbir istek uyandırmıyordu. Yokluğun ve çaresizliğin verdiği kasvetle birleşince çok insanın bu kitabı yarıda bıraktığını tahmin ediyorum. 

Yüreğim kaldırır, güzel bir üslup olduktan sonra müthiş sürükleyici olması da gerekmez diyenler  bu 1996 Pulitzer Ödüllü kitaba buyursun. Buyuranlar da mümkünse aslında okuyup İrlanda argosunun ve aksanının tadına baksın. Çok beğenenler 1999 yapımı filmiyle ve Frankie'nin gençliğinin anlatan Umuda Doğru ('Tis) ile devam etsin.

Sol Ayağım - Christy Brown


Bu kitabı çok duymuş, gerçek hikayelere olan merakım nedeniyle hep okumak istemiş ama okuyamamıştım. Sonra Tunalı'da kurulan kütüphanede görünce birkaç gün içinde okuyup bitirdim. 

Bu kitabı okumak bile aslında bir deneyim. Çünkü bu kelimeler, bırakın kitap yazmayı, adını söylemeyi becermesi bile beklenmeyen birine ait. Beyin felci nedeniyle bitkiden farksız bir bebekken annesinin inancı ve sevgisiyle tek tutan yeri olan sol ayağıyla kitap yazmaya kadar işi vardıran Christy Brown'un öyküsü bu. Kitap hakkında setaylı bir yazıyı Mor Kitaplık'ta yazmıştım. O yüzden burada sadece yazarın azminin ve ürkütücü derecedeki samimiyetinin çok etkileyici olduğunu söylemekle yetineyim. Brown hayatını ne bir acılar denizi ne de bir kahramanlık öyküsü olarak sunmuş. İyisiyle kötüsüyle kendini anlatmış ve kendinden kötü durumdaki hastaları görünce avunduğunu, kızlarla flört eden erkekleri gördükçe kıskandığını, kederinden kendini öldürmeyi düşündüğünü söyleyecek kadar da dürüst davranmış.

Neyse benim esas bahsetmek istediğim yine fakirlik, yine çocukluk neşesi ve yine İrlanda. Bu sefer aile dirayetli ana-baba sayesinde açlık tehlikesiyle karşı karşıya değil ama bu Christy'nin tek seyahat aleti olan el arabasının kırılması durumunda tamir parasının bile bulunamadığı gerçeğini değiştirmiyor. Yukarıdaki kitapta olduğu gibi kalabalık kardeşler arasında kıskançlık, çekişme, sevgi, fedakarlık dolu bir bağ var. Yine şarkılar, yine hüzünler... 

Brown'un hikayesinde dindarlık McCourt'un kitabındaki kadar baskın değil. Bunda dini vecibelerden muaf bir engelli olmasının da payı olabilir. Yine de Christy'nin hacca gidişinden, aldığı yardımlarda kilisenin rolüne kadar pek çok yerde Katoliklik karşımıza çıkıyor. Ama iki kitap  arasındaki ortak en önemli özellik bence bir çocukluğa has neşe. Christy eksikliklerinin farkında bile olamayacak kadar masum bir çocukken diğerlerinden mutluluğunun hiçbir farkı yok. Onun da büyüdükçe algıları, kaygıları, mutluluk nedenleri değişiyor. Brown'un hayatı keşke hep çocuk kalsam denecek bir hayat, McCourt içinse büyümek kurtuluş için tek umut. Yine de ikisinden de yaşla birlikte giden neşe, yerine gelen kaygılar.

Kaynak: http://www.christybrown.info

McCourt'un anlatımı edebi açıdan bence çok daha başarılı, ama adını yazması bile mucize olan Christy Brown'u gayet etkileyici bir kitap yazdığı halde üslup açısından eleştirmek bana haksızlık gibi geliyor. Sol Ayağım'da sizi kolunuzdan tutup sürükleyecek olan şey, anlatım inceliği değil Brown'un mucizevi hayatı ve azmi olacak. Elbette filmi de var :)

İki kitabın başta düşünemediğim sonra da nasıl düşünemediğime şaşırdığım ortak noktası ise şu: dürüstlük, içtenlik. Günlük küçük utançlarınızı düşünün ve gerçekten travmatik anlarını tüm içtenlikleriyle anlatan bu iki adamın cesaretine bakın. İşte etkiletici olan bu.


* ''Dönüp çocukluğuma baktığımda nasıl hayatta kaldığıma şaşıyorum. Elbette sefil bir çocukluktu: mutlu bir çocukluk zaman ayırmanıza değmez. Sıradan sefil bir çocukluktan daha kötü olan sıradan sefil bir İralndalı çocukluktur, daha da kötüsü sefil Katolik İrlandalı çocukluktur.''

20 Mart 2014 Perşembe

Okuma Şenliği Bahar 2014


Yeni Yıl Kararlarımı bozuyorum ve Okuma Şenliğine ben de katılıyorum. İşte kategoriler ve benim okuyacağım kitaplar. Siz de katılmak isterseniz resme tıklayın ve detayları öğrenin.

1. Tavsiyelerine güvendiği birinin önerdiği kitabı okuyanlara 10 puan.

Clive Cussler - Valhalla'nın Yükselişi (Altın Kitap, 543 sayfa)

Bu kitabı öneren arkadaşın önceki önerisini yarıda bıraktım ama :)
Eğer benim önerilerime güveniyorsanız şunları önerebilirim:
- Bitmeyen Kavga - John Steinbeck
- Boleyn Kızı - Philippa Gregory
- Son Ada - Zülfü Livaneli
- Şuradaki tüm distopyalar

2. Bir şiir kitabı okuyanlara 15 puan. (OKUDUM)

Evvel Sevda İçinde - İbrahim Öksüz (Kolektif Kitap, 96 sayfa)

Bu alanda çok acemiyim, size bir şey öneremiyorum.

3. Edebiyat ödülü kazanmış bir kitap okuyanlara 15 puan.

4. Bir öykü kitabı okuyanlara 15 puan. (OKUDUM)

Ankara İstasyonu - Selam Fındıklı (Sel Yayıncılık, 96 sayfa)

Benim önerebileceklerim:
Yedi Güzel Yıl - Edgar Keret
Yaz Yalanları - Bernhard Schlink
Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli

5. Adında bir çiçek adı veya 'çiçek' sözcüğü geçen bir kitap okuyanlara 20 puan.


6. Şimdiye kadar hiç okumadığı bir kadın yazardan bir kitap okuyanlara 20 puan.

Sevmenin Zamanı - Liz Behmoaras (Doğan Kitap, 400 sayfa)

Duygu Asena'dan Kadının Adı Yok diyerek vur diyince öldürecektim ama kitap 200 sayfadan kısaymış. Okumadıysanız şunlara bakabilirsiniz:
- Anne Frank'in Hatıra Defteri - Anne Frank
- Çatıkatı Aşıkları - Şükran Yiğit
- Kahperengi - Hande Altaylı
- Altın Defter - Doris Lessing
- Mülksüzler - Ursula Le Guin

7. İlk kitabı 2010 veya daha sonra çıkmış bir yazarın kitabını okuyanlara 20 puan.

Bu kategori ilgimi çekti, araştırıp döneceğim.

8. Sinemaya uyarlanmış bir kitabı okuyup filmini izleyenlere 20 puan.

The Informant - Kurt Eichenwald (Broadway, 629 sayfa)

Önerebileceklerim:
Her Gece Bodrum - Selim İleri
Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Barış Bıçakçı
Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

9. Kütüphanesinde en uzun süredir okunmayı bekleyen o kitabı okuyanlara 20 puan.

The Labyrinth of Solitude and Other Writings - Octavio Paz (Grove Press, 398 sayfa)

2009 yılından yarım kalmış bir kitap. Yeni yıl kararlarımdan biri.

10. Kendisi doğmadan en az 100 yıl önce yazılmış bir kitabı okuyanlara 25 puan.

Jane Eyre - Charlotte Bronte (Collectors' Library, 650 sayfa)

Önerebileceklerim:
- Effi Briest - Theodor Fontane
- Zor Zamanlar - Charles Dickens

11. Rus edebiyatından bir kitap okuyanlara 25 puan.

Ne zaman Rus edebiyatı okusam sıtma ve ateş içinde sayıklıyor, kasvetli havalarda taş sokaklarda yürüyorum. Depresyondan paranoyaya uzanan psikolojik sıkıntılar çekiyorum. Ya da kısaca Dostoyevski… Bilemiyorum.

12. Aynı yazardan en az 1200 sayfalık kitap okuyanlara 45 puan.

Savaş ve Barış - Leo Tolstoy (Can Yayınları, 1703 sayfa)

Nokta!

3 Mart 2014 Pazartesi

Tanen, Asidite, Gövde...


Bunlar şarabın üç ayağıdır. Güzel bir şarabın üç kalemden de güzel not alması gerekir. Tanenler yuvarlak ve keyifli, asidite ferah ve taze, gövde damakta lezzetin ağırlığını bırakır olursa şarap keyifle içilir. Bir yandan bu üçünün birbiriyle dengeli olması, yani tanenin burukluğunun asiditeyle kırılmış olması lazımdır. Bu üç ayağın üstüne üzümden, fıçıdan ve terroir'dan (teruar) gelen aromalar da eklenir. Bir yudumda olgun meyvelerden taze baharatlara kuru meyvelerden otsu tatlara kadar pek çok aroma bulunabilir. Çikolata, vanilya, kahve, karamel gibi pek çok aroma ise genelden fıçıdan şaraba geçer. Örneğin tuzluluk ise şarabın yetiştiği iklim ve toprak şartlarını yansıtıyor olabilir. Tüm bunlar üç adımda  değerlendirilir: göz (renk), burun (koku), damak (tat)…

'Off bu da ne ben bunları nasıl bilebilirim' diyorsanız hiç korkmayın. Şarap nedense acayip birikim gerektiren, zor ve lüks bir zevk olarak değerlendirilir. Oysa damağınıza güveniyorsanız birkaç kitaba danışarak tüm temel kavramları öğrenebilirsiniz. O giriş seviyesindeki kaynaklardan biri de baş editörlüğü Georgina Matthews ve Ella Milroy tarafından yapılmış olan Görsel Rehberler serisinden Şarap (Eyewitness Companions: Wines of the World) kitabı. Bu kitap turistik rehberleriyle meşhur DK Eyewitness'ın bu rehberlerinin yanına eşlikçi olarak çıkardığı şarap rehberi. Hiçbir şey bilmeyen biri için en temel kavramlar, şarap bölgeleri, üreticiler, üzüm türleri ve rekolteler hakkında çok sistemli ve anlaşılır bilgiler sunuyor.

'İtalya'nın Yerli Üzüm Çeşitleri'

Rehber üç ana bölümden oluşuyor. Dünya Şaraplarının Tanıtımı başlıklı bölümde şarap kültürü, şarabın tarihçesi, üzüm çeşitleri, terroir kavramı, imalathane, şarap stilleri konusunda bol resimli kısa metinlerle bilgiler veriliyor.

Şarap Üreten Ülkeler bölümü 600 sayfa boyunca Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Avustralya, Güney Afrika ve diğer pek çok ülkenin bölgeleri, üreticileri, şaraplarının özellikleri hakkında bilgi veriliyor. (Türkiye, Güneydoğu Avrupa başlığı altında Yunanistan, Lübnan ve İsrail ile birlikte anlatılmış.) Hatta şarap rotaları bile verilmiş. Turist olarak gittiğiniz ülkede rahatlıkla bu kaynaktan faydalanarak şarap seçebilir, şaraplarının özellikleri hakkında bilgi edinebilir ve şarap gezisi organize etmeye başlayabilirsiniz.

Yalnız bunlar için son bölümdeki yani Gerekli Bilgiler başlıklı bölümdeki hususlar size çok lazım olacak. Bu bölümde şarap nasıl alınır, etiketinde yazan şeyler ne anlama gelir, şarap nasıl saklanır, nasıl tadılır gibi konular açıklanıyor. Terimler sözlüğü, indeks ve kaynakça ise her zaman kullanacağınız başvuru sayfaları. 

Bodro'nun St. Emilion bölgesinden
premier grand cru Chateau Figeac'ın mahzeni
Eğer şarapla ilgileniyorsanız ve temel konulara hakimseniz bile bu rehber faydalı olacaktır. Ben aklıma takılan konularda, mesela az rastlanan üzüm türlerinden yapılma bir şarapla karşılaştığımda veya şaraplarını pek de tanımadığım ülkelere gittiğimde bu kitaptan çok istifade ettim. Fotoğraflar, tablolar, çizimler, haritalar hem görsel olarak çok güzel, hem anlamayı kolaylaştırıyor hem de sanki o bağları, imalathaneleri gezip görüyormuşsunuz gibi bir his veriyor.

2004 yılında yayına hazırlanmış olan kitabın arka kapağındaki rekoltelerin durumunu gösteren bağ bozumu cetveli artık pek kullanışlı değil. Ya da şöyle söyleyeyim 5 üzerinden 5 puan almış olan 2000 rekolte Bordeaux'ların fiyatı artık bizi aşar ama küçük bir internet araştırmasıyla son yılların durumunu öğrenmek mümkün. Mesela 2009 iyiymiş, öyle diyorlar.

Sonuç olarak renkli resimli, anlaşılır, sistmeli, kapsamlı, sade bir rehber; meraklısına veya meraklısı olmak isteyene gönül rahatlığıyla öneriyorum.